24 Nisan 2010 Cumartesi

Toplantıdayım


Bu hastalığın "kaçmak", "saklanmak" temalı alt birimi şurada çok güzel işlenmiş, onu geçiyorum. Beni daha çok ilgilendiren, daha doğrusu daha çok sinirlendiren "önemli adam tribi"nin zemin hazırladığı diğer alt birim.

Ellerde çantalar, dosyalar, evraklar; kasım kasım girilen bir odada bu kadar önemli ne konuşulduğu da ayrı bir komedi şüphesiz, fakat bunu da geçiyorum. Sonuçta bir odaya giriliyor ve bakış açısına göre ciddi veya komik bir şeyler konuşuluyor, tekil olarak birbirinden farklı bireylerden müşterek bir mekanizma oluşturuluyor falan-filan.

Zurnanın zırt dediği yere geliyoruz: Ortada bir toplantı, bir toplanma, bir toplu istişare eylemi, bir değerlendirme ve karar mekanizması yok fakat toplantıda olduğunu iddia edip duran adamlar var. "şeyhin kendinden menkul kerameti" gibi; iki kişi, isterlerse tuvalet kapısında karşılaşıp hal-hatırın birazcık ötesine geçsin, bir araya gelince adına toplantı deniyor. Niteliğe mukabil, nicelikteki deformasyonun da farkındasınız umuyorum; 3, 5, 10 kişi değil, 2 kişi. Bu herhalde üçüncü sınıf işletmelerin dördüncü sınıf yöneticilerinde görülen "boş duruyor demesinler" ile "ben çok önemli bir adamım, evet, öyleyim" dürtülerinin bir nevi harmanı. Biraz daha yüksek kademelerde bir de havaalanı, yurtdışı seyahati, hatta alt-orta kademelerde yurtiçinde seyahat tripleri var, ona benziyor. Bir başka ifadeyle "gençişadamlarımızdan" takısının ismin başına kattığı Dr. havası gibi. Havaalanı ve yurtdışı seyahatinin bir alt kolu olarak Dubai tribi çıktı şimdilerde: Dubai'ye gitmemişseniz; gidiyor, orada, dönüyor yahut yeni dönmüş değilseniz adam değilsiniz.

Mesela;
Bir gün eski müdürümüz Burhan bey, bir şeyler sormak için beni çağırmış, 10-15 dakika sürüyor bu fasıl. Bu esnada da bizim hanım önemli bir şey için telefon açıyor meğer. Çıkıyorum odadan, telefonda 4-5 cevapsız arama. Arıyorum ben de, diyalog şöyle:

- Ne toplantısıymış o?
+ Ne toplantısı?
- Ben de onu soruyorum; ne toplantısı?
+ ???

Meğer bizim muhasebe şefi Şaban bey, ben yokken aramalardan birine cevap verip benim için "toplantıda" demiş.

"toplantıda", "toplantıdayım", "ya abi toplantıdaydım", "toplantıda de", "toplantıda deseydin ya"... Değildin ki! Niye öyle bir şey diyeyim?

Veya bir başka mesela;
Başrolde yine muhasebe şefi Şaban bey:

- Bir ara bu konu üzerine bir toplantı yapıp konuşacağız.
+ Konuşalım şimdi.
- Konuşacağız... Toplantı... Bir ara...
+ Şimdi konuşalım işte. Bir işin mi var?
- (yandı devreler)

22 Nisan 2010 Perşembe

Oh, Yupiyes!


Dersimiz UPS, yani "Uninterruptable Power Supply", Türkçe karşılığıyla "Kesintisiz Güç Kaynağı", hadi uydurma Türkçe kısaltmasıyla "KGK".

Eski müdürümüz Burhan Bey, yıl sonu envanterini inceleyip onaylamak için odasında beni bekliyor; inceleyecek, biz aciz kulların yemiş olabileceği naneleri düzeltip onaylayacak ve evrak genel merkeze gönderilecek.

Ben elimde listeyle giriyorum odaya, Burhan Bey telefonla konuşuyor. Eliyle bir gel işareti yapıyor, gidiyorum. Usulca masasına bıraktığım listeyi gayri ihtiyari incelemeye başlıyor, bir yandan da telefonla konuşmaya devam, ben ayakta dikiliyorum, elbise askısıyla yan yanayız.

Makineler bölümüne geldiğinde telefon konuşması gayri ihtiyari bir hal alıyor, bu kısım önemli zira. Teknik alet-edevat kısmında konuşma hararetlenip inceleme bürokratikleşiyor tekrar.

Ofis demirbaşlarında, her kimse artık, telefondakiyle kavgaya tutuşuyorlar; masa, sandalye, şu bizim elbise askısı, müdür beyin fıstık yeşili koltuk takımı...

Hararetin derecesiyle doğru orantılı kısa bir iki kesintiden sonra sair ofis demirbaşlarına devam ediyoruz; bilgisayar, yazıcı, tarayıcı... Derken, o da ne! Kalın uçlu kurşun kalem listedeki bir madde üzerine sabitlenmiş, Burhan Bey'in gözleri benim gözlerimde, "bu ne" diyor. Bakıyorum, UPS. Herhalde ne olduğunu anlamadı düşüncesiyle "kesintisiz güç kaynağı, hani bilgisayarlar elektrik kesintisinden etkilen..." diye devam ederken ben, bir suikastçi titizliği ve soğukkanlılığıyla kalın uçlu kurşun kalemini bırakıp kırmızı pilot kalemini alıyor ve listedeki UPS'nin üzerine bir çizgi çekip yan tarafına "yupiyes" yazıyor o.

Aslında bu kadarı bile kafi veya aslında devamı da var bu hikayenin.

Listedeki düzeltilmesi gereken bir kaç maddeyle beraber "yupiyes"i de alıp çıkıyorum ben. İlerleyen saatlerde düzeltilmiş diğer maddelerle beraber UPS'yi de alıp geri dönüyorum. Fırça yiyorum bu sefer. "öyle okunur evet ama böyle yazılır" diye anlatmaya çalışuyorum ciddiyeti ele alıp. Anlamıyor adam, belki de dinlemiyor; aradığım kişiye o anda ulaşılamıyor.

"yupiyes" yazıyoruz listeye. "yupiyes" yazıp gönderiyoruz genel merkeze.

Forklift



Bu resimdeki alet işte forklift. Başlığa da adını verdim, ki nasıl yazıldığı ve nasıl okunması gerektiği (yazıldığı gibi) iyice kayıt altına girsin.

Yaptığımız işin depolama ve sevkiyat ayağı da olduğu için biz de kullanıyoruz bunlardan; adıyla da, kendisiyle de gayet haşır neşiriz, yaklaşık iki senedir.

Mesele şu: Kullanıcısını işin dışında tutuyorum, onun kullandığı aletin adını dahi bilmeme lüksü var, ama bu aletle ilgili resmi ve gayriresmi evrak işlemleri de yapan muhasebecisi, bilgi işlemcisi, müdürü, karın ağrısı bir sürü adam, iki senede bir aletin adını öğrenemez mi?

Bakalım: Portif, fortif, potrif, fotrif, poltif, foltif, potlif, fotlif... Bu aletin bizim şirkette yaygın yazılış ve söyleniş biçimleri. Dikkat edin, "yaygın yanlış yazılış ve söyleniş" demiyorum, "yaygın yazılış ve söyleniş" diyorum; kanıksanmış artık.

Tamam, bir yere kadar anlaşılabilir bir durum; kelime devşirme bir kelime ve harf kombinasyonu bizim lisana pek uygun değil, o yüzden zorlanılabilir. Ben de mesela şu geçen günlere patlayan İskandinav yanardağının adını telaffuza dahi girişmiyorum, ki benim en azından bu mereti telaffuz etmeme lüksüm var. Ama arkadaş, sen de iki senede bari bir standart tuttur değil mi? Adına bunun potlif de mesela, öyle kalsın; ruh haline göre her gün değiştirme.